Vikipedi

Arama sonuçları

5 Mart 2016 Cumartesi

Astronomi nedir?

        "Kozmos, var olmuş, var olan veya var olacak her şeydir."
        - Carl SAGAN


        Astronomi. İnsanlığın ilk zamanlarında, geceleri ateşin etrafına oturup gök yüzüne doğru başlarını kaldırmalarıyla başlayan ve asırlar boyu süren macera. Bizim maceramız ise şimdi başlıyor.


        Astronomi, kelime anlamı olarak "gök bilimi" demektir. İnsanlar ilk çağlarda gök yüzüne baktıkları zaman, sonsuz noktalar kümesi gördüler. O zamanlarda insanların ne düşündüğü hep merak konusudur. Anlam veremedikleri noktalar gök yüzünde, o büyük tanrı "Güneş", battıktan sonra ortaya çıkan bu gizemli noktalar...

        İlk çağ insanları Güneş'i genel olarak yüce varlık olarak görürlerdi. O hayat vericiydi. Varlığında güvendeydiniz, yokluğunda tehlikede. Aslında onu yüce görmeleri hiç de şaşırtıcı değildir. İnsanların ne zaman yıldızların hareket ettiğini fark ettiklerini bilmiyoruz. Fakat bu, astronominin büyük ihtimalle ilk kıvılcımlarını oluşturuyor. Bunu daha sonra karanlığın efendisi, Ay'ın şekilleri izliyor.

        Ay, ilk insanlar için ikinci bir yüce varlıktı. O zamanlar insanlar, gündüzleri avlandıkları için gök yüzünü incelemeye vakit bulamazlardı. Çünkü bu hayati bir konuydu. Eğer et yoksa yaşamını daha fazla sürmenin hiçbir yolu olmazdı. Geceleri ise yaktıkları ateşin etrafında bütün aile beraber oturur, etleri yerlerken gök yüzünü izlemeye fırsatları olurdu. Gerçi, bugün bile hangimiz gök yüzünü izliyoruz ki? Sabah işimize gidiyoruz, ya masanın başında ya da yorgun ve telaşlı şekilde insanların arasında. Akşam eve gidiyoruz ve üstü kapalı olan sığınağımıza gidip günün kazandırdıklarını yiyoruz. Aslında bizim durumumuz daha da içler acısı. Biz gök yüzünü gece de izleyemiyoruz. Ya üzerimizdeki betondan, ya da şehrin ışıklarından.

        İnsanlar Ay'ı geceleri izlemeye başladıkları sıralarda, Ay'ın farklı şekillerinin de bir düzeni olduğunu keşfettiler. Ay düzenli olarak gözüküyor hatta düzenli olarak şekil değiştiriyordu. Bazıları Ay'ın bu şekillerinin insanlara bir mesaj olduğunu düşündüler. Ay, ışığını az verdiğinde size kızmıştı. Ay, ışığını çok verdiğinde ise sizi mükafatlandırıyordu.

        İlk atalarımızı geride bıraktığımızda ise astronominin çağlar boyunca, insanların en büyük uğraşlarından birisi haline geldiğini görüyoruz.Eğer milattan önce 24. yüzyılda, Mısır'da yaşıyorsanız gök demek, ölüm-kalım demekti. Antik Mısırlılar geceleri gök yüzüne bakarak Nil'in ne zaman öfkeyle taşacağını anlıyorlardı. Bundan önce ise Nil'in öyküsü çok hazinlidir.


Antik Mısır'da, ayları ve günleri gösteren;
önemli olayların yer aldığı bir takvim.
        Nil Nehri, Afrika'nın kuzeyinden başlayarak güneye doğru akar ve Afrika'nın ortalarına kadar devam eder. Antik Mısırlılar, Nil'e "İteru" diyorlardı. Yani "Büyük Nehir". Nil Nehri, düzenli olarak senenin belli aylarında taşardı. Bu, tarımla uğraşan ve yerleşik düzene sahip olan Mısırlılar için ölüm demekti. Eğer hasat toplayamadan ürünlerinin sular altında kalmasını izlerlerse aç kalacaklar, evleri ise sular altında kalacaktı. Bir yolunu bulup bu taşmaları önceden tahmin etmeleri gerekiyordu. Fakat nasıl? Günümüzde bir zamanın önceden geleceğini bilmek çok kolaydır. Çünkü takvimi icat ettik. Teknolojimiz buna elveriyor fakat bu binlerce yıl önce yaşamış bir toplum için oldukça zor bir konuydu. Uzun yıllar bu "efsanevi felaketi" önceden tahmin etmeye çalışan insanlar cevabı hiç beklemedikleri bir yerden aldılar. Gökten. Gök yüzünü izleyen Mısırlı gök bilimciler, bu taşkınları önceden  haber veren bazı işaretlere rastladılar. Bunlar takvimden yoksun olunan o zamanlarda hayati önem taşıyan işaretlerdi. Nil'in taşması günümüz takviminde 15 Temmuz'a denk düşüyordu. Bir yıldız, tam da bu gün, helyak dönemindeydi. Yani Güneş'ten biraz önce doğuyordu ve o gün Nil Nehri, kızgın sularını Mısır halkı üzerine bırakıyordu. Bu yıldıza biz "Sirius" ya da "Akyıldız" diyoruz. Bu uzak yıldız antik Mısırlılar için hayati önem taşıyordu. Öyle ki bu yüce haberci direkt olarak firavunların yani, Mısır tanrılarının ebedi uykuya gittikleri yerdi. Tanrılar, insanoğlu ile böyle iletişim kuruyorlardı.

        Başka bir coğrafyaya gittiğimizde gök yüzünün daha farklı anlamlarıyla karşılaşıyoruz. Mezopotamya'dayız. Uygarlıkların beşiği, insanlığın modernleşme çabasında attığı ilk adımların izleri burada. Bu adımların içerisinde en önemlileri asker, hukuk ve bilimdir. Gök biliminin atılan tohumları işte tam burada yeşerecek, tıpkı Mısır'da olduğu gibi. Fakat burada gök bilimi daha farklı şeyler ifade edecek insanoğlu için.


Halley kuyruklu yıldızını rapor eden bir tablet.
M.Ö. 164
        Mezopotamya'da gök aynen Mısır'da olduğu gibi, tanrıların evidir. O zamanlarda Mezopotamya uygarlıkları için gök yüzünde dört tanrı vardı. Sin yani Ay tanrısı, Şamaş yani Güneş tanrısı, İştar yani Venüs tanrısı ve son olarak Adad yani fırtına tanrısı. Mezopotamya'da hava olaylarının kaynağı da yine aynı şekilde göklere, bu tanrılara dayandırılıyordu. Bu yüzden de fırtına tanrısı da sanki bir yıldız, bir gezegenmiş gibi Mezopotamya uygarlıklarında yer edinmiştir. Daha sonra, uzun uzun ele alacağımız uygarlıklar tarihindeki bu gelişmeler insanoğlunun daha sonra en büyük sorusunu sormasına neden olacaktı, "Biz nereden geldik?". İlerleyen dönemlerde astronominin şekli günümüzdekine yakın bir şekile bürünecek. Daha bilimsel, kültüre yakın ama mitolojiden uzak...

        Astronomi insanoğlunun tarlasında ilk böyle filizlendi. Tabi bu daha başlangıç. Gök bilimi, insanoğlunun hiç beklemediği kadar hızlı geliştiği zamanlara da şahit olacak; Engizisyon Mahkemeleri'nde çürümeye yüz tuttuğu zamanlara da. Serüvenimiz daha yeni başladı.

        Hazır olun!